Bir avuç insan onu gerçekten sevdiler. Onlar, Hoca'yı, kusurlarını örtüp, âteşîn bir zekâ olduğunu kabullendiler. Ondaki cevheri, Türk kültürüne katkılarını gördüler ve çalışkanlığına hayranlık duydular, mezhep farklılığına [Şiî olduğuna], çabuk parlayan mizacına aldırmadan engin bilgisinden istifade ettiler. “[Bugün] Onun ortaya koyduğu doğru ve sağlam araştırma sonuçlarına itibar edilmeyerek bunlar neredeyse yok sayılmaya başlan[mıştır].” Oysa, “Doğu dünyasının en büyük ilim ve fikir simalarından biri olan Abdülbâki Gölpınarlı, … tasavvuf araştırmacılarının asla müstağni kalamayacakları bir külliyat vücuda getirmiş, âbide bir isimdir.” (Prof. Ahmed Yaşar Ocak) Bu kuşakta yer almış –mürşid, derviş, araştırıcı– tasavvuf erbabından hikmet pınarını kalemiyle, sohbetleriyle günümüze aktaranlar elbette vardı. “Abdülbâki Gölpınarlı, bazen kalemiyle, bazen kelâmıyla bu meşaleyi taşımaya devam edenlerin başında sayılmalıdır.” (Prof. Mustafa Kara) “…Onu çocukluğundan, ilk gençliğinden itibaren tanıyanlar, bir özelliğine her zaman dikkat çekmişlerdir: ‘Artist ruhlu' oluşundan, monoton hayattan sıkılınca her an yeni bir şeyler arayıp bulduğu her yeniliğin peşinden koşmasından… Kendisi de bunu gizlemezdi zaten. ‘Çalmadığım kapı kalmadı' derdi. ‘Önce, Bektaşî oldum, başka kapıları da çaldım; icazetler, hilafetler bile aldım. Hatta, dinsiz bile oldum bir ara. Ama, bunları iyi ki yapmışım, yoksa bugünkü halime gelemezdim.” (Murat Bardakçı) Bu haliyle Abdülbâki Hoca bir kıymetti, bir estetti. Geleceğin kuşakları, sadece rasyonalizmin şekillendirdiği maddî hayatın nefesleri kestiği yerde, onun eserlerinden sızan ışıklarla irrasyonel dünyanın lezzetinden alacakları felsefî keyifle soluklanacaklar, böylelikle kendilerine açılacak bu dünyanın ikramları ile rasyonel iktisadî birey olmanın yaratacağı görünmez tehlikelerden de korunmuş olacaklardır.
Tanıtım Metni