Cam bir fanus içinde hapsolan odanın tavanı saydam tuğlalarla örülüydü. Şeffaf tavanda ki su damlacıkları, saydam birer böcek ordusu gibi birleşip güçlenerek büyüyorlardı. Odanın keskin sirke kokan buharı, havanın baharına karışıyordu. Bir denizanasını andıran duvarlarda, iç organlarını gösteren ve son nefesini verir gibi hıçkırıp gıcırdayan köstekli saatin, pas tutmuş, altın suyu ile boyanmış çarkları, hala tıkır tıkır işliyordu, bu da demek oluyor ki; fahişe bir yalnızlığın gayri meşru saati, kendini geçip giden zamana karşılıksız teslim etmişti yine. Saatin çıkardığı ritmik sesler, çarkların yağsız mekanizması ile aynı senfoniye çıkmış iki kötü müzisyen gibiydiler. Ama aynı sesler; odada ki düzenin ve doğada ki müthiş uyumun ve ahengin faili meçhul tanığı gibiydiler. Taşkıran ayı henüz yeni bitmişti, aylardan beyaz kurt ayıydı ve mevsimlerden yaza tekâmül ediyordu. Geniş oda ve gri bir treni andıran uzun hol henüz nereden yansıdığı belli olmayan hüzmelerle aydınlanıyordu.
Tanıtım Metni