Alman Dışişleri Belgeleri'nde İnönü yönetiminin, ülkeyi savaşa sokmamak için büyük çaba harcadığını görüyoruz. Elbette yurdun emperyalistlerce savaşa itilmesi istenmez. Buna karşı her yoldan direnme, akıl mantıkla, birtakım pazarlıklar ve ödünle sağlanması da meşru, zorunlu da olabilir. Ancak bu "esneklik" ve ödünlerin sınırı nerededir? "Yeterince silahımız yok" bahanesi öne sürülürken en modern silahların açıkta paslandırılıp çürütülmesi, nazi saldırganlarına karşı ölüm kalım savaşı veren "eski dost" Sovyetler Birliği'nin arkadan vurulması, bitmiş nazi rejimine neredeyse son günlerine dek el altından malzeme verilmesi, nice nazi eskisinin T'de barınak bulup tepedekilerle akrabalıklar kurması, "asimilasyonu", bu "kara enternasyonalde teksoylulaşma", İsviçre kasalarına yığılan kanlı nazi altınlarıyla köşe dönmeler, ülke içinde gayrimüslimlere yönelik gasp, kürt ve komünistlere yok etmecesine terör, bu sınırın çok ötesindedir. Bunlarda niyetin, bağımsızlık falan değil, ülkeye hükmeden küçük bir azınlığın çöplük derdi olduğu ve bu yolda her ahlâksızlığın yolunun açıldığı çok bellidir. Bu "cingöz onursuzluğu" on yıllar boyunca göklere çıkarılmış, emekçi yığınlarına "ahlâk" diye telkin edilmiş, güruhlaşmanın yolları açılmıştır. Türkiye'mizin bugünkü sorunlarının temelleri alman faşizminin dünya savaşı ve bu savaşta bunlarla kol kola yurdumuza kan kusturan türkçü-islamcı çevreler tarafından atılmıştır. Bugünün taşları o günlerde döşenmiştir. Serdar Dinçer
Tanıtım Metni