“...Kimi zaman ana babalar oğlanlarını bir duvar dibinde ya da meyhanede içmiş olarak bulurlar, kaldırıp eve getirirlerdi. Sızan oğlan epey dayak ve küfür yerdi. Onu az çok dikkatlice yatırırlardı. Ertesi sabah düdük sinirli sinirli böğürmeye başlayınca onu erkenden kaldırıp işe göndermek gerekecekti çünkü. Oğlanlar çok dayak yer hakarete uğrarlardı, ama kafayı çekip çekip kavgaya tutuşmalarını yaşlılar gençlerin hakkı sayarlardı. Onlarda gençliklerinde sarhoş olup dövüşmüşlerdi. Onlarda ana babalarından dayak yemişlerdi. Yaşamları böyle geçerdi. Bulanık bir su gibi ağır ağır ve hiç durmadan akan yıllar birbiri ardından sürüklenir giderdi. Her geçen gün aynı düşünce ve davranış alışkanlıklarından eski ve inatçı alışkanlıklardan yapılırdı. Kimse bu durumu değiştirme gereksimi duymazdı. Kimi zaman nereden geldikleri bilinmeyen yabancılar görünürdü mahallede. Önce yabancı oldukları için dikkati çekerlerdi, sonra çalıştıkları yerlerden bahsedip biraz merak uyandırırlardı. Daha sonra yeni bir şey görmenin çekiciliği aşınır, silinir giderdi. Anlattıkları şeyler, işçinin yaşantısı nereye gidersen git aynı olduğunun kanıtıydı. Öyleyse bu yaşantıdan söz etmenin ne anlamı var?...”
Tanıtım Metni