Burak’ın, Azê’nin uzaklara duru bakışından bir sevdadan bahsettiğini anlaması zor olmadı. Kolay olmayan iç burukluğunu belli etmeden dizginlemesiydi. Azê ise başladığı yerden bir şeyler daha anlatması gerektiğinin fazlasıyla ayırtındaydı. Köy meydanında kurulan düğünleri anlattı Azê. Kazanlarda kaynayan oğlaklardan, keşkek pilavından, tandırlarda pişirilen ekmeklerden, kurulan uzun sofralardan bahsetti... Davul zurna eşliğinde çekilen govendlerden, âşıkların atışmalarından, sazların demlerinden, dengbejlerin sese hayat vermelerinden, çekilen zılgıtlardan, ağıtların havasından, kâh yakılan ağıtlara akıtılan gözyaşlarından kâh cilveleşen gençlerden... Düğünlerin olmazsa olmazı Kendal’ın içlere işleyen yanık sesinden..."Sonra... Sonra dağlara gitti Kendal. Gerçi, Kendal sesinin yankı bulduğu dağlara gitmezden önce düğünlerin eski neşesi pek kalmadı. Birlikte halay duranlar durmaz oldular... Pilava birlikte kaşık çalanlar çalmaz oldular... Tüfeklerin dağları dövdüğü, âşıkların atışamadığı günler sis gibi çöktü köye."