Orta ve Batı Avrupa’da 18. yüzyılda yaşanan “aydınlanma hareketi” Newton düşüncesinin uzantısıdır. Newton 18. yüzyılda “kütlelerin çekim yasasını” keşfedince, kilisenin “gökyüzünün kutsal ilahi güçlere ve yeryüzünün insanlara ait olduğuyla ilgili” katı hiyerarşiye dayalı evren anlayışını yerle bir etti. Newton gökyüzü cisimleriyle yeryüzü cisimlerinin aynı yasalara bağlı olduğunu, tüm evrenin değişmez ve birleştirici genel bir ilke çerçevesinde işlediğini gösterdi. Binlerce yıl kilisenin; gök cisimlerinin boşlukta nasıl durdukları, Dünya’nın kütlesinin ağırlığı nedeniyle boşlukta durmasının mümkün olamayacağı, muhakkak bir dayanağının olduğuyla ilgili yanlış düşüncelerine, kütlelerin çekim yasasıyla açıklık getirdi. Kilise tarafından zihinleri zincirlenmiş, karanlıkta yolunu bulamayan insanların zihnindeki zincirleri kırarak aydınlanmalarını sağladı. Aydınlanan insan zihni, tarım-din toplumunun despotik feodal devletini yıkarak, modern toplumun ulus-devletini kurdu. Orta ve Batı Avrupa’da kurulan ilk cumhuriyetler, önceden belirlenen ölçütlere göre ulus-devlet modelini uyguladılar. Bu cumhuriyetlerin ortak özelliği “despotik cumhuriyetler” olmalarıydı. Orta ve Batı Avrupa’yı, özellikle de Fransız aydınlanma hareketini model olarak alan ve 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet olmanın ölçütlerini Anadolu’da uygulamaya başladı. Bu ölçütler Anadolu halkının kültürüne çok yabancı kalınca problemler ortaya çıktı. Orta ve Batı Avrupa’nın despotik cumhuriyetleri II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla çok kültürlü, çok kimlikli, değişik inançlı “demokratik cumhuriyetlere” dönüşerek problemlerini çözüp zenginliklerini sürdürdüler. Kültüründe bilim ve teknoloji üretmenin çok az yer aldığı Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 100. yılında hâlâ demokratik cumhuriyete dönüşemediğinden, fakir ülkeler arasındaki yerini muhafaza ediyor. Yani “Newton’un bilim derdi, Kürtleri gerdi,” durumları devam ediyor.
Tanıtım Metni