İnsan yaşlandıkça sanki zamanın eskiye nazaran daha da hızlı aktığı hissine kapılıyor. 37,5 yıl çalışma hayatından sonra yaş haddinden dolayı resen emekli oldum. Arkama şöyle bir bakınca günler, aylar ve yılların ne kadar hızlı geçmiş olduğunu görüyorum. Görevim gereği; illerde valilik makamlarına bağlı bakanlık il teşkilatları ve mahalli idareler ile ilgili konularda da çeşitli şekillerde görev yaptım.
Asli görevim kapsamında aynı görev unvanına sahip arkadaşlarım dışında; Vali yardımcısı, il müdür yardımcısı, ilköğretim müfettişi, vergi denetmeni, milli emlak denetmeni ve idari kademede görev yapan çok çeşitli unvanlardaki görevliler ile birlikte denetim, inceleme, soruşturtma veya komisyon çalışması görevleri içinde bulundum.
En önemli tespitlerimden bir tanesi liyakat yerine siyaseten atanan üst yöneticilerin herhangi bir durum ile karşı karşıya kalmış olduğu durumlarda, öncelikle olayın koltuklarına nasıl bir etki yapacağını değerlendirdikleri yönündedir. Gerektiğinde olayı görmeme, duymama, kayırma veya müdahaleden kaçınarak durumu idare etmeye çalıştıklarına şahit oldum. Diğer yandan yine böyle durumlarda liyakat ile atanmış diğer alt yöneticilerin üst yöneticilerine kendi görev ve sorumluluklarını belirterek, gerektiğinde amiri ile kötü duruma düşme pahasına görevlerini mevzuat hükümlerine uygun bir şekilde yapma cabası içinde olduklarını da gözlemledim.
Bilindiği üzere Devlet faaliyetlerini “3K” dediğimiz üçlü saç ayağı üzerinden yürütür. Önce kurumu kurar, takiben kuralını koyar, kurumları koyduğu kurallara uygun yürütülmesi için kadrolar ihdas eder. Bu kadrolara atanan yöneticilerde, kurumun görev ve fonksiyonlarını devletin koyduğu kurallar çerçevesinde görev ve sorumluluk bilinciyle yönetmesi ve bu kapsamda da hesaplarını vermeleri gerekir. Bu “3K” üzerine kurulmamış, yapılandırmaların/faaliyetlerin sürdürülebilir olması mümkün değildir.
Oysa siyaseten atanmış bulunan üst yöneticiler kendilerince talep edilen iş veya uygulamaların hiç tereddüt edilmeden yani “mevzuat” denilmeden yapılmasını ister. Bu nedenle de görevlendirmelerinde liyakat yerine, verdiği talimatları sorgulamadan yerine getirecek kişileri seçmeye çalışırlar. Bu seçimlerde zincirleme olarak devam eder. Seçilen kişi de bunu bilir ve kendisini seçen kişinin gittiği zaman kendisinin de gideceğini bilir ve “kraldan çok kralcı” gibi fonksiyonu sahiplenir. Neticede kurumsallaşmaya darbe vurulmaya başlanır.
Bu konularda söylenecek çok şey var ama esas söylemek istediğim husus, Maliye Bakanlığı kamu kurumları içinde 2000’li yılların belli bir zamanına kadar kurumsallaşması en üst düzeyde olan bir kurumdu. Atama ve yer değiştirme işlemleri bazı istisnaları olsa da genel olarak belirlenmiş kurallar çercevesinde yürütülmekteydi. Denetim elemanından memuruna kadar kurumsal aidiyet sahiplenmiş, atama işlemleri personel arasında hiçbir çıkar çatışması oluşturmayacak şekilde belirlenmişti ve uygulanmaktaydı. Örneğin genel müdür yardımcılığı veya daire başkanlığına atanacak kişiler mevcut görevlerdeki başarılarına bakılarak çok önceden tahmin edilebilirdi. En kısa şekilde söylemek gerekirse, siyasilerin sözünün fazla geçmediği, görevi kapsamında konulan kurallara uygun hareket eden bürokrasi yapısına sahip bir kurumdu.
İşte “Muhasebe Kontrol Memurluğu”/”Muhasebe Denetmenliği” müessesesi de liyakat esasına göre oluşturulmuştu.Görev ve sorumluluğu belirlenmiş İl düzeyinde devletin teftiş ve denetim fonksiyonunu yerine getiren bir vizyona sahipti.
Görev unvan ve yapısı değiştirilinceye kadar görevini en iyi şekilde yaptığı herkes tarafından bilinmiş ve hep takdir edilmiştir. Kendi kurumu dışında diğer kurumlara da çok büyük katkılar sağlamıştır. Maliye Bakanlığı’ndaki çalışma disiplini ve iyi uygulama örneklerini diğer kurumlara da taşıyarak kamu faaliyetlerine değer katmaya ve bürokrasiyi güçlendirmeye çalışılmış ve bu yönde büyük bir başarı sağlamıştır. Bu kapsam içinde muhasebe denetmenlerinin çalışma alanlarına örnek teşkil eden anılarımın bir kısmını anlatarak geçmiş durumu okuyucuların bilgisine sunmak istedim. Tüm meslektaşlarımın da benim sahip olduğum anılara benzer birçok değerli anıya sahip olduğunun da bilinmesini isterim. Takdir ve değerlendirme okuyuculara aittir.
Anılarımı yazarken belli isimleri gizledim. Çünkü yıllar sonra kimseyi üzmeden sadece olayları anlatmak istedim. Esastan yani bana göre hakikatten ayrılmadan, yazmaya büyük özen gösterdim. Yazdıklarımı basım öncesinde aşağıda isimlerini zikrettiğim arkadaşlarım ile de paylaşarak olası hataları ve yanlış anlanabilmesi mümkün hususları en aza indirmeye çalıştım. Bu kapsamda promosyon/grup arkadaşlarım Yüksel Berber, Ahmet Aydın Antep, Ufuk Okan, Mustafa Taşdelen, Metin Cebeci, Nazmi Yücel, Sevim Taşdelen ile birlikte görev yaptığım ve birçok olayı birlikte yaşadığımız meslektaşlarım Şafak Okan, Mustafa Özdemir Üstada, Turgut Irmak, Ahmet Sayar, Süleyman Şahin ve Uğur Sancarbaba’ ya çok çok teşekkür ederim.
Ayrıca yazım sürecince yazdıklarımı okuyarak beni yönlendiren Eşim Nuray Efe, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla EFE ve Bursa Teknik Üniversitesi Araş. Gör. Ayşenur EFE’ ye çok çok teşekkür ederim.
Basım Yılı | 2023 |
Baskı Sayısı | 1 |
Cilt Tipi | Ciltsiz |
Kağıt Tipi | 2. Hamur |
Sayfa Sayısı | 214 |
Yazar | Abdullah Efe |