"Kibirli yüzyılın kahve fallarına iliştirilmiş fincan bakışlı kadınlarından yol soran seferiler, yüzleri savuşturulmuş, korkak doyumsuz falcı bezirgânlara yazgılarını yaslamışlardı göçebe yapılara sığınarak. Oysa hiçbirinin gözlerindeki taze mezarlığın yağız cesetleri henüz soğumamıştı, kırılgan ayaklarına yapışmış günahlarını boyasalar da alacakaranlıklarda."Kendi tarihselliği, imajları, imgeleri içinde bir uygarlığın öyküleri yazılabilir mi? Fiziksel unsur ve koşullarda alabildiğine soyutlamalara başvurarak; bir uygarlık, öyküde başköşeye oturtulabilir ve metnin asıl kahramanı kılınabilir mi? Ömer Say, edebiyattaki çileli yolculuğunda geldiği noktada bunun mümkün olabileceğini gösteriyor bize. Bozkırda Günyüzü, baştan sona bir uygarlık ağıtı... Okurun yüreğinde yankılanacak dokunaklı sesi, aslında biraz da kulak verdiği Ravi’lerin sesi...