“Ben kayıt yapan, düşünmeyen, bütünüyle edilgen, objektifi açık bir fotoğraf makinesiyim.” Hoşça Kal Berlin’in başında yer alan bu cümle, Christopher Isherwood’un ünlü “Berlin romanları”nda geliştirdiği anlatım tekniğinin de özü sayılabilir. Bu romanların en ünlüsü olan Hoşça Kal Berlin’in yazarla aynı adı taşıyan ve olayların dışında durarak olan biteni bir fotoğraf makinesi gibi kaydeden anlatıcısı aracılığıyla eski Berlin’in renkli gece hayatına tanık olur, Yahudilerden göçmenlere, eşcinsel çiftlerden oyuncu olma hayali kuran genç kızlara, Nazi sempatizanlarından komünistlere onlarca ilginç ve unutulmaz kişiyle tanışırız. Isherwood bizi bu insanlar galerisinde dolaştırırken arka planda yavaş yavaş dağılan bir toplumun fotoğrafı belirir. Christopher Isherwood, Hoşça Kal Berlin’de okurları, yıllarca yaşadığı ve Hitler’in iktidara gelişiyle terk etmek zorunda kaldığı kozmopolit Berlin’e, yok olup gitmiş bir dünyaya götürüyor. Çürüme sürecindeki bir topluma ilişkin parlak eskizler. George Orwell Isherwood’un yazdıklarında kurmacayla anı arasında genellikle ince bir çizgi vardır; bu kitaptaki özel kavrayışın kaynağı da budur: Isherwood sözü edilen karanlık dönemde Berlin’deki yaşamı çok yakından gözlemlemiş ve insani ölçekte ortaya koymuştur. The Atlantic
Tanıtım Metni