Türk hukuk tarihinin son iki yüzyılı, Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlanan, Antlaşma'nın sağladığı eşitlik ve bağımsızlık esasına dayalı bir hukuk sisteminin kurulmasını ve yüzyıllık bir tecrübeye ulaşmasını içeren uzun bir süreci kapsamaktadır.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışı, uzun savaş ve işgal yıllarının ardından, geride çözümlenmemiş ve sonucu öngörülemeyen çok sayıda siyasi, ekonomik ve hukuki mesele bırakırken; bu meselelere eşitlik ve bağımsızlık esasları çerçevesinde çözüm aranan yer, Lozan Konferansı olmuştur. Uzun bir diplomasi mücadelesinin sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve 100. yılını geride bırakan Lozan Barış Antlaşması, geçmişi yüzyıllara dayanan sorunların yanında, "Şark Meselesi"ni de çözüme kavuşturmuş; uluslararası hukuk açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yüzyıllık geçmişinin de dayanak noktasını oluşturmuştur.
Lozan görüşmelerinde ele alınan sorunlara ilişkin Lozan'da sağlanan kazanımların değerlendirilmesi, ancak bütüncül bir bakış açısıyla mümkündür. Bu nedenle, çözümünü Lozan Antlaşması'nda bulan pek çok konuya ilişkin güncel problemlerin hukuk tarihine ait boyutlarının gözden kaçırılması, öngörülemez zararların ortaya çıkması ihtimalini de arttırmaktadır. Zira Lozan Antlaşması ve Antlaşma'ya ek belgeler, günümüzde bir yandan Devletin ulusal yargı sistemine yansıyan, diğer yandan uluslararası hukukta ele alınan birçok meseleye ışık tutmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lozan Antlaşması'nın sağladığı hak ve güvencelerin tam anlamıyla korunabilmesi, hukuki etki ve sonuçlarının doğru anlaşılmasına ve yorumlanmasına; bu da, yüzyıllık bir güvencenin simgesi olarak varlığını sürdüren Lozan Antlaşması'nın tarihsel ve felsefi temellerinin kavranmasına bağlıdır.
Literatürde konuyla ilgili var olan boşluğu doldurmayı amaçlayan bu çalışma, Lozan Antlaşması'nda düzenlenen konuları hukuk tarihi çerçevesinde ortaya koyarken, konunun halefiyet/devamlılık tartışmaları ve yüksek mahkeme kararlarına yansımaları gibi güncel boyutlarına da ışık tutmaktadır.