Tanrı Zeus, Olympos dağından Zeus’un ateşini çalıp yoksullara veren Prometheus, Kaz dağlarındaki güzellik yarışmasında Paris’in önünde zarafetlerini sergileyen Hera, Athena, Afrodit ve nice olağanüstü kahramanlar zenginleştirmişti Yunan mitolojisini...Truva’daki tahta atın sırrını İlyada ve Odysseia destanına konu alan Homeros, eserinin yüzlerce sayfasını Akhaiların güçlü savaşçısı Akhilleus ile Troyalıların kahramanı Hektor arasındaki mücadeleye ayırmıştı.İç Ege’nin Yunan uygarlığı kadar zengin medeniyetleri ise tanrıların, yarı tanrıların kavgalarını, aşklarını işleyen bu mitolojide pek yer bulamamış, yoksul kalmıştı.Şehirlerin küçük kuruluş öyküleri, efsaneleri dışında, Tanrıça Simray gibi, Telefos’un karısı Hiera gibi, adına şehir kurulan Kraliçe Laodikya gibi kahramanlar, mermer sütunların arasında unutulup gitmişti.Kazı çalışmaları 2000’den sonra hızlandırılan, İtalyanların Hieraplis’te yarım asırda ulaşamadıkları antik zenginliğe on yılda sahip olan Laodikya Antik Kenti’ni gezerken, İç Ege’deki bu edebi yoksulluğunun sebebini düşünüyordum. Taş ustalarının özenle kestiği travertenlerin döşendiği dar sokaklarda gezerken hissettiğim sessizlikte, sanki Kraliçe Laodikya’nın fısıltısı vardı.İki bin üç yüz yıl önce bu sokaklarda, bu konaklarda, bu saraylarda yaşananlar da Zeus’un, Afrodit’in Akhilleus’un öyküleri gibi ölümsüz olmalıydı.Uçar gibi uzaklaştım canım şehrim Laodikya’dan... Tekrar geleceğimin sözünü vererek...Sonra çıktım düş yolculuğuna... Kraliçe Laodikya’dan hekimbaşı Adiemus’a, şehrin kötü adamı Sinipus’tan arenanın gladyatörlerine kadar birçok yol arkadaşı ile...Sonuçta Laodikya’daki yaşamı, Laodikya’daki aşkları, entrikaları, güzellikleri konu alan elinizdeki bu kitap oluştu.