Hepimizin kalbinde birikmiş korkular var; neresinden bakar, neresinden tutarsanız. Ve üzerimize yakışsın ya da yakışmasın biçilmiş roller... Çoğunlukla bu rolleri kendimizin seçtiğini ve kendimizin oynadığını zannederiz. Oysa kurulmuş bir duvar saati gibiyizdir. Çok az insan bunu fark eder ve isyan eder. Şiir de bizim için bir isyan ediş biçimi, varlığını ortaya koyma şeklidir. "Şiir bazen belirli kalıplar ve kafiye örgüsü içerisinde de olsa da, aslında kendimizi özgür hissettiğimiz büyülü bir atmosfer, kelimelerin sihirli bir şekilde hizaya geçtiği derin bir yolculuk gibidir" diyor Uğur Sarı, şiire ta ortaokul yıllarında başlayan saf aşkını anlatırken. Bir isyan nidası gibi dokuduğu şiirleriyle kâh Divan şairleri gibi salınıyor, kâh modern bir şair üslubuyla ters köşe yapıyor. Şiirini birden fazla teknikle kaleme alan şair aşkı da anlatıyor, acıyı da, hüznü de, kederi de. Fakat bildiğimiz aşk, acı, hüzün, keder değil bunlar. Şairin aşkı, onun kederi, acısı, hüznü. Okuduğunuz her yeni mısrada damağınızda kalan tadın kekremsileştiğini, yer yer tatlı, yer yer acı bir tat aldığınızı hissedeceksiniz. Bu tat cümbüşünün etkisi ise tahmin ettiğinizden çok daha uzun sürecek...
Tanıtım Metni