Şüphesiz Hz. Peygamber’in mi’râcı ona özgü/özel kılınmış bir tecrübedir. Bu rûhânî faaliyet en yüce/zirve mertebesiyle Hz. Peygamber’e özgü olmakla birlikte, onun yolundan/izinden yürüyenlerin de bu mânevî tecrübeden mutlaka nasipleri olduğu/olacağı da bir gerçektir. Eğer böyle olmasaydı, mi’râc hâdisesi bize duyurulmaz, Allah ile peygamberi arasında bir sır olarak kalırdı. Mi’râc ulaşılmaz bir faaliyet değildir ve varlık sahnesinde yer almış her insana açık bir yoldur. Başka bir ifade ile her insan; yeteneği, gayreti, talebi, idrâki oranında bu mânevî yükselişe katılabilir ve bu rûhânî tecrübeyi yaşayacak bir nasibe ulaşabilir. Eğer mi’râc yükselmekse, bizi içinde bulunduğumuz konumdan bir üst konuma taşıyacak her faaliyet mi’râc anlamına gelmektedir. Görünenden görünmeyene, zâhirden bâtına, nefsten rûha, akıldan aşka, nâsût’tan lâhût’a, şehâdet’ten melekût’a, bilinenden bilinmeyene bizi taşıyacak her yürüyüş, idrâk, bilgi, vuslat bir mi’râcdır. Hz. Peygamber’in “Rabbim! Bana eşyanın gerçeğini göster!” ve “Rabbim! Benim hayretimi arttır!” şeklinde yaptığı duâlarında işaret ettiği gibi “eşyanın gerçeğini görme ve hayreti arttırma adına” insanın kazandığı her yükseliş/yüceliş de birer mi’râc faaliyetidir. Öyleyse bu mânevî imkândan/potansiyelden kendi mi’râcımıza nasıl bir yol bulabiliriz? İşte bu çalışmamız Hz. Peygamber’in Mi’râc’ı ışığında/izinde, bizim de bu rûhânî/semâvî yolculuğa nasıl iştirak edebileceğimizin Kur’ânî örneklerini ortaya koyarak “Mi’râc’a Çağrı”nın veya “Bâtına Hasret”in tohumunu atma ve hevesini uyandırma gayretidir. Zamanında bu tohumu bize atanlar, bu tohumu yeşertecek olan yağmurun/suyun/feyzin de şu duâ olduğunu bize öğretmişlerdi: “Allah’ım! Beni İlm-i Ledün’den nasiplendir, evliyâ kullarının arasına al ve bana mi’râcımı nasip et!”
Tanıtım Metni