Ölümümün on altıncı gününde anılarımı yazmaya karar verdim ben. Öldükten sonra karşılaştığım insanlar, anılar evinde gezinmenin bir ölüye hiçbir yarar sağlamayacağını söyledilerse de onlara inanmadım. Öldüm ve Tanrı burada da yok! Ne yapabilirim? Galiba artık yaşamıyorum. Şairin kelebeği gibi, düşümde kendimi bir ölü olarak mı görüyorum, yoksa uyandım da ölmeden önce yaşadıklarımın bir düş olduğunu mu fark ettim, bilemiyorum. Ölüler yaşamaz! Hayatım boyunca kesinliğine güvendiğim biricik gerçek bilgiydi bu. Şimdi onu da yitirdim. Bana öldüğüm söyleniyor ama konuşabiliyorum. Artık hayatta olmadığım söyleniyor ama düşünebiliyorum, yazabiliyorum, sokaklara çıkıp gezebiliyorum, dişlerimi fırçalayabiliyorum, ayakkabılarımı bağlayabiliyorum. Bir de özel ölüm şoku var. Gerçekten özel! Ölüm ânınızı unutuyorsunuz; nasıl öldüğünüz, ölürken neler hissettiğiniz aklınızdan siliniyor. Normal bir ölü için pek bir anlam taşımıyor bu şok, ama benim gibi bir ölüyseniz, bir cinayete kurban gitmişseniz, o zaman düşünceleriniz altüst oluyor işte. Katilinizin yüzünü anımsamak için başınızı duvarlara vuruyorsunuz, merak denen şey uykularınızı çalıyor, herkesten kuşkulanıyorsunuz. Ölü Kelebeklerin Dansı, ölümünün on altıncı gününde anılarını yazmaya karar veren bir anti kahramanın serüvenini anlatırken okuru bir düş dünyasının derin sularında gezdiriyor, ölümü ve yaşamı sorgulatıyor.
Tanıtım Metni