İlkel insan, elli bin yıl önce ölülerini gömüyordu. Çünkü yaşamın, etin çürümesiyle sona ereceğine inanmıyordu. Ölüleri yırtıcı hayvanlara yem etmek hem kolay hem de mantıklı bir iş olmasına rağmen, gömmekle kalmıyor, bir de tören düzenliyordu. Cesetler, kimi zaman iplerle cenin şeklinde bağlanıyordu. Bu, reenkarnasyona olan inancın belirtisi miydi? Yoksa ipler, yeniden canlanan ölülerin toprağın altından çıkıp canlıları korkutmalarını önlemenin yolu muydu? Her iki durum da, beden ve ruhun ayrı varlıklar olarak bilindiğini kanıtlamaz mı? Ölümden sonra hayat... Bu ‘ölümsüz’ inancın, Jung’un ‘kolektif bilinç’ dediği şeyle ilgisi olabilir mi? İnsanın yaşadığı ya da yarattığı her düşünce, her duygu, her bilgi burada bulunduğuna göre, fiziki ölümde her birimiz bu süper zihne -ölümden sonraki hayatın gerçek yerine- çekiliyor olabilir miyiz? Eğer böylesi evrensel inançlar, bazı temel gerçeklerin bilinçaltındaki kültürel halleri değilse, o zaman bunların varlığı için güçlü bir neden olması gerekmiyor mu? Belki de sadece hayvani ve evrimci bir biçimde ölümden sonra hayat güdüsüne bağlı bir neden...
Tanıtım Metni