Bugün Yunanistan'ın Halkidiki Yarımadası'nda bulunan ve hâlen özerk bir statüye sahip olan Athos Dağı gerek Hristiyanlık gerekse Bizans tarihi içinde özel bir yere sahiptir. Athos Dağı, Hristiyanlığın daha ilk asırlarından itibaren keşişler için muhteşem bir inziva mekânı olmuştur. X. asırda Bizans monastizminin simgesi ve Ortodoksluğun kutsal emanetlerini barındıran bir belde olarak Athos aynı zamanda ruhbanlar için bir eğitim ve rehabilitasyon merkezi, Ortodoks milletlerin etkileşimde bulunmasına vesile olan bir platform, dünyanın en zengin el yazması koleksiyonlarından birine sahip bir kültür merkezi ve dünyada kadınların giremediği tek coğrafya olarak şöhreti tüm Hristiyan âlemince bilinen bir yer hâline gelmiştir.
1430 yılında Osmanlı egemenliğine alındığında Aynaroz olarak isimlendirilen yarımadanın kadim ayrıcalıkları ve yönetim usulleri ruhani idare adı altında korunmuş ancak oluşturulan mülki idareyle de taşra teşkilatının genel yapısına yaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece yarımadada Osmanlı taşrasının belki başka hiçbir yerinde emsaline rastlanamayacak çift başlı bir idare teşekkül etmiştir. Yaklaşık dört asır sorunsuz biçimde devam ettirilen bu statü, XIX. asırda Tanzimat bürokratlarının reform düşünceleriyle karşı karşıya gelmiştir.