Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ile gelişmemiş ülkelerde siyaset, bir köşe kapmaca ve ayrıcalıklı bir meslek gurubu olarak algılanmaktadır. Siyasi partilerin yönetim kadrolarında doğrudan veya dolaylı yoldan bir mevki yakalayanlar, sözüm ona siyasi seçkinler gurubuna dâhil olmaktadır. Sınıfsal bir ayrıcalık gibi görünen bu siyasi koltuklar, mevcut siyasiler için bir kariyer ve korunması gereken kutsal mevkiler olarak görülmektedir. Türkiye’de; demokratından otoriterine ve en radikaline kadar, neredeyse tüm parti yönetimlerindeki ortak konu, her ne pahasına olursa olsun mevcut yönetimin ve koltukların korunmasıdır. Farklı ideolojik eğilimler ve örgüt modelleri sergileyen bu siyasi partiler, yönetimin paylaşılması konusunda adeta birbirlerini tamamlayan ortak zincirin birer halkası gibidir. Türkiye’de, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenen siyasal ortam, zaman içerisinde tabana yayılma ve toplumsal katılımı sağlayacak bir dönüşümü hiçbir zaman gerçekleştirememiştir. Oluşan bu siyasal saadet zinciri, ilk günden itibaren oligarşik bir yapıya sahip sözüm ona seçkinlerin denetiminde yönlendirilmiş ve şekillendirilmiştir. Oysa siyasal sistemini sağlıklı tamamlamış batı demokrasilerinde siyaset, liyakat ve toplumsal tercih zemininde şekillenmektedir. Bu ülkelerde siyaset, parti genel başkanından sade üyeye kadar, tüm katmanlarının kararlara iştirakine elverişli bir yapıdadır. Siyaset bir kariyer ve meslek gurubu olarak görülmez. Lobicilik, hizipleşme gibi iç gruplaşmaların yaşanmadığı bu demokrasilerde, benim adamım anlayışı yoktur. En liyakatli adayın geniş katılımla aranması ve bulunması sonrasında, görev verilmesi siyasi kültürü yerleştirilmiştir.
Tanıtım Metni