Ölümü yakınında hisseden insanların yanakları ıslanmaz gözyaşlarından. Bir tren yolculuğunda, uzaklardan, çok uzaklardan kulaklarına değin gelen suyun şırıltısıdır hıçkırıkları, yakarışları birbirine karışan martıların bağırışları. Annesinin yanında şımaran çocukları kıskanıp kendi hallerini unutuşları. Bir zamanlar hissedilmemiş, görülmemiş, gösterilmemiş ve hiç yaşanmamış sevdalar olur sığınakları. Kısa bir an geçmez gözlerinin önünden bütün yaşadıkları, onlar ölüme giden yolun parke taşlarıdır. Zaten o an geldiğinde yüz defa ömür sürmüş gibi bir doymuşlukla, sarsın diye bekler karanlığın kolları. Açık kalan gözler, ardına bıraktıklarından değil de, görmeyi istemesindendir çıktığı yolculukta yanından geçenleri. Belki oradan bir başka yolculuk daha varsa avutsun diye gördükleri, bunu bile çok görüp kapatır gözlerini birileri.