Huzur ve esenliğe dair umutlar yitirildiğinde tüm suçun yükleneceği bir günah keçisinin aranması vakıadır. Roma 410 yılında Vizigotlarca yağmalandığı zaman tam da bu oldu. Bu sefer putperestler Hıristiyanlığı günah keçisi ilân etmişlerdi. Onlara göre Roma’nın içinde bulunduğu buhrandan sorumlu olan bu din, Pagan tanrılarına tapılmasını ve kurban sunulmasını yasaklamış, Roma bu yüzden tanrıların yardımından mahrum kalmış ve nihayetinde bütünüyle bir felakete sürüklenmişti. Yaşamının önemli bir bölümünü bizzat pagan olarak geçirmiş, sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Augustinus bu eserinde Hıristiyanlığın tüm bu olan bitenlerden sorumlu tutulamayacağını savunurken paganlara karşı ciddi bir reddiye geliştirmiş ve bu eseriyle yepyeni bir sayfa açmış, Hıristiyanlığın Batı düşüncesinde uzun yıllar sürecek hâkim konumunu tescil etmiştir. Augustinus’a göre Hıristiyanlık yalnızca öte dünyaya ilişkin bir inanç değildi. O, dünyadaki yaşamın bu dine uygun bir şekilde sürdürülmesi ve yönetilmesi gerektiğine kaniydi. Bu yüzden pagan gelenekleri üzerine inşa edilmiş tüm kurumları sarsmak zorundaydı. Her alanda ‘çokluğa karşı teklik’ ilkesini savunan bu eser pagan inançları, mitoloji ve ilâhiyat dışında kadim felsefe ekolleri, tarih, sanat, siyaset bilimi ve pagan geleneğin şekillendirdiği dünya tasavvuru konusunda çok önemli bir referans teşkil etmiştir. İşte, üzerinde en çok konuşulan, uzun yıllar birçok çevrede ilham kaynağı olmuş, Batı düşünce tarihinin belki de en temel yapıtlarından biri, A. Doğucan Hanegelioğlu çevirisiyle Latinceden tam metin olarak ilk defa Türkçede.
Tanıtım Metni