Kadın her yerde kadındır. İster Özbekistan’da olsun ister Türkiye’de, isterse Batı’nın en ileri bölgesinde. Emekçi, her yerde köle gibidir. İster kapitalist sistemlerde ister kolektivist sistemlerde, isterse en gelişmiş modern sistemlerde. Hikayemiz, üç Özbek kızın babasının emekçi hayatı üzerinden, komünist sistemle yönetilen Özbekistan’da başlıyor. Bizdeki beyaz Torosların benzeri siyah arabalar, oralarda da korku salıyor. Binen bir daha inemiyor. Özel mülkiyet yok, zorunlu çalışma var. Açlık yok, üründen kısmi bir pay almak var. Yani bir nevi kölelik. Kapitalist sistemde farklı mı, peki? Güya özgürlük var, seçme hakkı var, ama sahip olunabilen ekonomik şartlar, bireyin seçme hakkına yaraşır değil. Yani, emekçi dediğin her yerde aynı emekçi. Hikayedeki üç kız, hayatlarını birbirinden farklı şekilde sürdürüyor. Büyük kız, geleneksel bir aile ortamında, ortanca kız, mafyaya bulaşmış bir eşle, küçük kız İpek ise, aldığı eğitimin getirdiği imkânlarla daha demokratik ve daha refah içinde bir ailede evlilik hayatını sürdürüyor. Ama üçü de bulundukları kaba sığamıyor. Hayat rüzgârı üçünü de önüne katıp kovalıyor. Kitabın odağında bu küçük kız İpek’in ve Necdet’in aşkı var. Onların hikayesi, dünyanın dört bir yanından manzaralar ve sağlık sorunlarına karşı direnişle süslenmiş bir sevda masalı. Ancak bu aşkın derinliğini kitap sayfalarından çok, kendi kalbinizde hissedeceksiniz. Hayata, aşka ve sisteme dair sorgulamalarla dolu bu hikâye, sizi hem düşündürecek hem de derinden etkileyecek.
Tanıtım Metni