O zaman kitapların değeri yeterince kavranabilir miydi? Çocuklar ve yetişkinler x video üreticisi kadar x kitabı da tanırlar mıydı? Kendilerini “ilham kaynağı” olarak nitelendiren kişiler okudukları ve paylaştıkları kitaplarla da ilham verirler miydi? Toplumdaki tüm bireylerin, ekrana bakma süreleri kadar kitap okuma süreleri de olur muydu? Her şeyi merak eden, sorgulayan, araştıran bireyler olurlar mıydı? Geleceği bilmenin geçmişi bilmekten geçtiğini fark ederler miydi? Ne denli güçlü ve önemli bir millet olduğumuzu, tüm dünyanın hayran olduğu bir liderin bizzat Atamız olduğunu bilerek ve anlayarak davranırlar mıydı? Yoksa Batı hayranlığına mı katkı sağlarlardı? Tarihlerine, kültürlerine, dillerine sahip çıkarlar mıydı? Yoksa içine doğdukları popüler kültürü, modernliğin olağan gerekliliği olarak görmeye devam mı ederlerdi? Kendilerine ve sahip olduklarına baktıkları gibi doğaya da tertemiz bakarlar mıydı? Kendi canlarını korudukları gibi, hayvanları da korurlar mıydı? Kendilerini düşündükleri gibi toplumu da düşünürler miydi? Gerçekten hep daha da fazla okurlar mıydı? Okullarda sadece Türkçe derslerinde değil, ayrı bir ders olarak bolca kitap okuma ve değerlendirme saati olur muydu? Sahi insan eleştirmek yerine kitaplar eleştirilebilir miydi? Kıyafetlerle, markalarla caka satıldığı kadar kitaplarla da hava atılır mıydı? Yeni çıkan x telefonu için girilen kuyruklara yeni çıkan x kitabı için de girilebilir miydi? Yeni çıkan telefonu henüz almadığına şaşırmak yerine önemli bir kitabı okumamış olmasına hayret edilir miydi? Sahi bütün bunların bir dengesi olabilir miydi? O zaman toplumumuzda daha az “Oblomov” daha fazla “Prens Mışkin” olur muydu? Besin indekslerini dengelemeye çalışırken Doğuyla Batıyı da dengeyle sindirebilirler miydi? Bilmiyorum. Bunları anlamak için önce bu satırların 2000’li yılların başlarına ışınlanabilmesi zorunluluk anlaşılan.
Basım Yılı | 2020 |
Baskı Sayısı | 1 |
Cilt Tipi | Ciltsiz |
Kağıt Tipi | 2. Hamur |
Sayfa Sayısı | 158 |
Yazar | Seçil Çolak |